1970-1980 arası sinema salonlarında kopan film ve giden ses sorununa tepki anlamında salonu dolduran tek slogandı. Gecikme olursa sıralara vurulur, ıslık çalınır samimiyet içeren küfürler havalarda uçuşurdu. Gelişen teknoloji bu sorunları en aza indirse de; ta ki dijital teknoloji ile tanışıncaya kadar sürdü bu didişmeler. Sonra televizyon yaygınlaştı kopan yayın nedeniyle bol bol Necefli Maşrapa izler olduk. Aaa, ooo kahr, bela sözleri ile protesto sesleri kısa keserek film izlemenin ayrılmaz parçası ve hatta çekirdeği yeme ritmi filme uyarlanmış halinden, filmin değerlendirilmesinin yapılması eşliğinde çekirdek çitletme seansına geçilirdi. Ve olası film bitiş analizleri yapılırdı. Böylesine kombine işleyen ortamdan bir sinemacı çıktı mı derseniz? çıkmadı. Oysa ne senaryolar yazılır, ne ihtimaller dillendirilirdi. Belki de izlediğimiz filmler tırttı o yüzden, o güzelim sanat bahçeleri meyve vermedi.
İşin bu boyutu bir başka yazının konusu olsun diyerek biz asıl konumuza odaklanalım.
Auguste lumiere (1862-1954/fransa) ve Louis Lumiere (1864-1948/fransa)adlı iki kardeşin tren garına yanaşan treni görüntüleyen çekimleri sinema tarihinin de başlangıcı olarak kabul edilir. Rivayet odur ki bu ve benzeri görüntüleri izleyip feryat figan sinema salonlarından kendini dışarı atanlar ayılıp bayılanlar olsa da, sonunda filmin altına yazı sadece yazı yavan kaçınca da Avustralya yerlisi Oborjinlerin tiyatral gösterilerini kendi imalatları olan müzik enstrümanları eşliğinde fon müziği ile süsleyip mitolojik hikayelerin anlatıldığı Brodway havasında görselleştirdiği keşfedilince, sinema perdesinin ön ya da arka kısmına bazen bir piyano, bazen de orkestra yerleştirilerek seyircinin heyecanı arttırılmış, izleyenlerin düşünce dünyaları zenginleştirilmiştir. 1927 ila 1929 yıllarına kadar uzanan sessiz sinema uygulaması sesin bant ya da filme kopyalanması tekniğinin geliştirilmesi ile sessiz sinema sadece sinemaya meraklı olanlar tarafından sürdürülse de zamanla tarihe karışmıştır. İnsanlık tarihinin en eski sanatsal aktivitelerinden olan –mağara duvarlarına resim bence sonra gelişmiştir- tiyatro ses ve efekt konusunda daha şanslı olduğu gibi “mim” adını verdikleri sanatsal akım kendi tercihleri olmuştur.
Bu konu da ayrı bir ilginçlik barındırıyor bence.
Ben filmlerimi evde dijital aygıtlar yardımı ile izleyip kimi yerlerde geriye sarıp tekrar ederek veya kısa bir süre için ilgimi başka yere kaydırarak ama özünde izlediğim sahne veya verilmek istenen mesaja odaklanarak izlemeyi tercih ediyorum. Tekrar ederek okuduğum klasik tanımlı romanları da dizi film havasında sahneleri kafamda canlandırarak okuyorum. Eğer sahneyi canlandırma yeteneğim kaybolursa kitaba da bir sonraki akşama kadar ara veriyorum. Siz de okumalısınız! Yoksa okumayan, cehaleti güvenli bir liman sanan insanlarla hayat çok sıkıcı…
Bu makalenin tüm hakları www.pophaber.com’a aittir.