Merhaba sevgili okuyucular,
Gittikçe enformasyon yığını altında ezildiğimiz, şeyler üzerine bildiklerimizin artık yalnızca bildiğimizi sanmak olarak kaldığı, meseleler üzerine akledişimizin derinliğini yitirdiği ve sadece yüzeysel veriler halinde aklımızın gözlerine perdeler çekildiği 21. yüzyılda; ‘’bilmek’’ eylemi de son nefeslerini, bulandığı anlamsızlıklar çukurunda vermekte. Tıpkı sizler gibi bu durumdan endişe duyan bir bilme heveslisi olan bendeniz, şu kabardıkça kabaran ve fırtınalarca donatılmış yeryüzü okyanusunda boğulmamak adına yardımımıza yetişmeye gelen felsefenin cankurtaran botuna binmenin, uzatılan eli geri çevirmemenin, hiç değilse bize biraz nefes aldıracağını düşünmekteyim. Eğer sizler de benimle aynı umudu taşıyor ve benzer kanıya sahipseniz hazırlamakta olduğum; felsefenin ve filozofların pek gün yüzüne çıkmamış, ilgi çekici taraflarından oluşan ‘’Filosokrat’’ serisini merakla takip edin.
‘’Üç bin yılın (insanlık düşünce tarihinin) hesabını göremeyen insan, karanlıkta yolunu bulamaz; o, günü gününe yaşayan günübirlik bir insandır.’’
Johann Wolfgang von Goethe
Yaşlanmış olan veya sona yaklaştığını hissetmekte olan birinin, dingin bir saatinde hayatının ilk devrelerini, geçmişi düşünmesi beklenilen bir durumdur. Geçmişte kalan hesaplaşmaların kapatılması ve gelecekten beklentilerin halihazırda tozlanmış zihin raflarına bir daha açılmamak üzere yerleştirilmesi bir umutsuzluk hali değil, kabulleniştir. Benzer bir hal felsefenin de başına gelmiştir. Felsefe şimdi iki bin beş yüz yaşındadır (genel kabule göre). Felsefenin çok yakında öleceği kehanetinde bulunanların sayısı azımsanamayacak kadar çoktur ve felsefenin öldüğünü düşünenlerin sayısı hiçte az değildir. Stephen Hawking: ‘’Felsefe, tüm bilimlerin annesidir. Fakat artık çocuğun bir anneye ihtiyacı yoktur.’’ diyerek bilimin felsefeye ihtiyaç duymadığı bir kademeye vardığını işaret etmektedir. Bu felsefenin bilim otoriteleri tarafından yayımlanan ölüm fermanı sayılabilir.
Bugün felsefeyle uğraşan bir kimse, zaman zaman uğraştığı şeyin bir parça yorgun ve biraz da laçkalaşmış olduğu duygusuna kapılır. Felsefe gerçekten de iddia edildiği gibi yaşlı ve yorgun bir anne midir sadece? Eğer bu umutsuz düşünce ruhumuzu sarmalamaya başladıysa, bu duygudan kurtulabilmek için geçmişe dalmak ve felsefenin, taze ve genç güçlerle hayat bulduğu başlangıçlarını aramak; onun, insanlık düşünce tarihini değiştiren parlak sahnelerine seyahat etmek gerekmektedir.
Felsefenin doğum gününü ve doğum saatini araştıran bir kimse muhtemelen şaşkınlığa düşecektir. Çünkü onun izleri neredeyse insanlığın eski çağlarına kadar gider ve karanlıkta kayboluverir. Gerçekten de felsefenin bir nüfus sicil kaydı belgesi bulunmamaktadır. Hiçkimse onun ne zaman doğmuş olduğunu bilmemektedir.
Ancak hepimizin kulağına çalınan bazı bilgiler bulunmaktadır. Greklerin Anadolu’daki ticaret kolonilerinden olan; bugün İzmir, Muğla ve Aydın’ı içine alan Miletos ya da İon Kent Devleti’nde 6.yüzyılda ortaya çıktığı ve yedi bilgenin ilki olarak bildiğimiz zengin bir tacir olan Thales’in ilk felsefe yapan kimse olduğu görüşü sıklıkla kabul görmektedir. Sıklıkla terimini kullanmamın sebebi de bazılarının, meşhur Grek şairlerinden Hesiod’u veya Homeros’u felsefenin ataları saymasıdır. Bazı düşünürler de böylesine geriye gidişle yetinmeyerek; felsefenin doğum kaydını, yukarıda da belirttiğim gibi çok daha eskilere giderek, henüz Greklerin tarih sahnesine çıkmasından öncesinde, Doğu kavimlerinde aramaktadır. (Devam edecek…)
-Hyperion
– Bu metnin tüm telif hakları www.pophaber.com sitesine aittir. –
Kaynakça:
- Was ist das Philosophie? / Martin Heidegger
- Die Philosophische Hintertreppe / Wilhelm Weischedel
- Düşüncenin Çağrısı – Schopenhauer, Heidegger, Kant / Ahmet Aydoğan
- History of Philosophy – Alfred Weber
- Felsefe Tarihi – Ahmet Cevizci