Dünya’da hızla yayılan covid-19 virüsüyle birlikte sosyal izolasyonun mühim hale geldiği bugünlerde 20. yüzyılın sevilen melankolik ressamı Edward Hopper’ın adını anmak gerekiyor. Onun tablolarında günümüzün boşalan caddelerinden, restorantlarından, metrolarından, meydanlarından kareler görmek mümkün.
Edward Hopper 22 Temmuz 1882 – 15 Mayıs 1967 yıllarında yaşamış Amerikalı realist ressam ve grafikerdir. Popüler olarak yağlı boya tablolarıyla bilinmesinin yanında, grafikerlik ve sulu boyada da en az yağlı boya tablolarındaki kadar yetenekliydi. Kendisine seçtiği hem kentsel hem de kırsal sahnelerinde, ince hesaplanmış kompozisyonları ve renk geçişleriyle post modern Amerikan yaşamınındaki vizyonu yansıtıyordu. Bu vizyon, büyüyen ve kalabalıklaşan şehirlerde gittikçe artan sosyal mesafeyle, yalnızlaşmakta olan insanı konu edinmekteydi.
Kendini ve sanatını tartışmak için her zaman isteksiz olan Hopper, sanatını şöyle özetledi: ‘’Aradığınız tüm cevaplar tuval üzerinde.’’ Hopper, tahmin edeceğimiz üzere stoacı ve kaderciyidi; oldukça nazik bir mizah anlayışı ve açık bir şekilde sessiz, içe dönük bir adamdı. Sanki tabloları kendisinin, kendisi de dönüşen yeni modern dünya insanının nadide temsilcisiydi. Hopper, izolasyona uğramış toplumsal yaşantıyı, kentsel boşluk halini, apaçık ve çarpıcı bir biçimde gözlerimizin önüne sermek adına bu eserleri ürettiğini inkar eder. Ancak onun başyapıtı olarak kabul edilen ‘’Nighthawks/Gecekuşları’’ tablosu hakkında: ‘’Bilinçsizce, muhtemelen, büyük bir şehrin yalnızlığını resmettiğininin’’ bilincinde olduğunu da söylemeden geçemez.
Hopper’ın renk duygusundaki hassasiyet onu saf bir ressam olarak ortaya çıkardı. Eleştirmen Lloyd Goodrich’e göre: ‘’ Diğer ressamlardan daha fazla Amerika’nın kalitesini tuvallerine sokan son derece yerli bir ressamdı.’’ Fakat şu an Goodrich’e katılmakla beraber, Hopper’ın yerli ressam olduğu fikrine karşı çıkmak durumundayız. Çünkü artık o, bugünlerde aynı evin içinde olduğumuz aile üyelerimize bile belirli mesafeyle oturmak zorunda kaldığımız mecburi izolasyonun, boş kentlerin ve yalnızlaşmak zorunda kalan insanların da ressamıdır. Onun bu vurucu ve etki altında bırakma kuvvetine sahip, acıklı tablolarının kuvveti, şeyleri olduğu gibi kabul eden ve idealize etmekten kaçınan tavrı olabilirdi. Terimsel olarak fotorealizm denen bu yaklaşımı sıklıkla metod olarak kullanan Hopper, olan biteni olabildiğince anlaşılır ve açık bir gerçeklikle; tıpkı nesnelerin fotoğrafını çekmek gibi insanlar arasında oluşan sosyal, psikolojik ve fiziksel ayrılıklar atmosferinin yani sosyal izolasyon ve yalnızlığın resimlerini çizmektedir.
Son olarak, Hopper’ın tablolarında yaşanılan yalnızlaşma gerçekliğinin acısını kalplerimizde hissetmekle beraber; artık onun tablolarını dünya çapında virüsle mücadele ettiğimiz bu günlerin bir anısı ve sosyal mesafemizi korumamızın gerekli olduğunu vurgulayan bir rehber olarak kabul etmemizde hiçte yadsınacak bir yan yoktur.
Ek olarak meraklıları için, Hopper’ın bu sosyal izolasyonu konu alan birkaç tablosunun ismini saymanın faydalı olacağını düşünüyorum. Bunlara örnek olarak; ‘’L Treninde Gece (1918)’’, ‘’Automat (1927)’’, Sheridan Tiyatrosu (1937)’’, ‘’Gece Penceresi (1928)’’, ‘’Sabah Güneşi (1952)’’ , ‘’Küçük Bir Şehirde Ofis (1953)’’, ‘’Otel Penceresi (1955)’’, ‘’Kafetarya’da Günışığı (1958)’’ ve son olarak benim için çok değerli olan Hopper’ın 1927 yılında tamamladığı ‘’Akşam Rüzgarı’’ eserleri verilebilir.
-Hyperion
Bu makalenin tüm hakları www.pophaber.com’a aittir.