Kimsenin önerisine yahut fikrine aldırış etmeden kendi benliğimle küçük bir münakaşa sonucunda ve elbette bazı araştırmaların yardımı vesilesiyle yalnızca ‘’bir film’’ diyemeyeceğim benim için çok öte kavramlarla çok yakınımda var olan hisleri birleştiren şahiyane bir kısa serüven deneyimi elde ettim.
Serüven deneyimi derken, inanın zihinsel seyahatten, ruhani dinginliğe ve hüzne eriştim desem yalan olmaz. Adam Elliot’ un ilk uzun metrajlı filmi olan Mary and Max’ den söz ediyorum. Yaklaşık bir buçuk saat olan bu filmde, insanın geçmişin de ya da bugününde kendini kolaylıkla bulabileceği ‘’an’’ lardan ibaret olması muhtemel.
Mary, Avusturalya da ilgisiz bir annenin ve ömrünü sisteme kiralamış bahtsız bir babanın küçük aile üyesi. Henüz sekiz yaşında olmasına karşın, yüzleştiği yalnızlığı ile olabildiğince mutlu olmaya çalışan bir çocuk… Alnının tam ortasındaki doğum lekesi dolayısıyla biraz öz güveni eksik ve kırgın gibi insanlara. Max ise duygusal durumlarını çok fazla dile getiremeyen, geçmişindeki izlerin etkisini bir şekilde atlatmaya çalışan fakat zaman zaman bunlarla yüzleşme durumunda kalan, zihinsel sorunlarla mücadele eden kırk dört yaşında yalnız ve asosyal bir adam. Mary ve Max’ın bir şekilde yolları kesişiyor, Hayatlarına dokunuyorlar birbirlerinin. İkisini buluşturan bu yalnızlık, hayatınızın bir an’ ından vuracak sizleri eminim. Kişisel anlamda tavsiyelere çok fazla anlam yükleyen biri değilim ve bu anlamda sizlerden bu tavsiyeyi önemsemenizi rica edemem. Bunu söyleyerek kendimle çelişecek olsam da ömrünüzden bir buçuk saat ayırmaya değecek bir filmden söz ediyorum. Sizlere daha fazla spoiler vermek istemesem de film de geçen mühim bir anlamdan bahsetmek istiyorum.
Filmde değinilen en öz mesaj şu idi; Love yourself first. Önce kendini sev.
Bir çoğumuz bu konuyla ilgili bazı sorunlar yaşıyoruz biliyorum, bir çoğumuz ise bunu zaten yapabildiğini zannedip bunun dışında her şeyin üstesinden gelebildiğinin farkında değil. Aslında bakarsanız, ağzımdan düşmeyen fakat çok fazla ciddiye alınmayan kişisel anlamda derinlerde hissederek yaşadığım bir şey var… ‘’İnanın bana bakkala gitmek için bile cesur olmanız gerekiyor. Ve cesur olabilmek için ise, kendinize güvenmeniz… –kendinize güvenebilmek için kendinizi sevmeniz – gerekiyor. Her şeyin ama her şeyin özünde bu anlamsal duruma rastlamak mümkün duruma geliyor. Ve eğer yeterince sevemiyorsak kendimizi bir çok anlamda tamamlanmış hissedemiyoruz bir türlü.
Ne zaman kusurlarımızla harika olduğumuzu düşürsek, yaşamak denen bu eylem gerçek bir anlama bürünecek.. Kusur demişken, Max.. buna yönelik öyle bir şeye değindi ki, benim zihnim tamamiyle orada asılı kaldı diyebilirim. Max’in ifadesiyle harika bir anlam yapısına rastlayacaksınız ; ‘’ Seni affetmemin nedeni kusursuz olmayışın..’’
Ah evet. Burada bir ben var idi benden içeri diyebilirim. Bu söz çok şey ifade ediyor ama elbette bu sizin anlamınız. Siz anlam verdiğiniz sürece anlamlı her şey… Siz var iseniz, varlıkla bütünleşecektir pek çok şey. Kendinizi sevin… İnanın buna değecek başka bir şey yok.
Bu makalenin tüm hakları www.pophaber.com’a aittir.