Nereden başlasam, nasıl bir “giriş, gelişme, sonuç” çerçevesi ile bir Didem Madak yazısı sunsam bilemedim sayın okur.
Çünkü bir şiiri yorumlamak zor iştir. O şiiri yazan dahi, bazen ne anlatmak istediğinden emin değilken; okuyan, anlatılmak istenene ne kadar yakın yorumlayabilir ki? Hele de Didem Madak’ı…
En iyisi, işin başına dönmek olacak.
Şiirden beslendiğim, şiirle yaşadığım şu son günlerde, bir güzel teşvik sayesiyle de, 8 Mart öncesi biraz tereddütlü, biraz da heyecanlı bir bu işe giriştim şekilde.
Karşımdaki şiir kitabı “Pulbiber Mahallesi” etrafımda dört bir yana dağılmış diğer her şeyden aldığım güçle bu işe girişmiş bulunuyorum çok sevgili okur.
“Çiçekli Şiir” leriyle, acısıyla, tatlısıyla, melankolisiyle, öfkesi ve umuduyla Didem Madak.
Ya da bir başka kişinin, yakın arkadaşı Müjde Bilir’in “Maviş Anne” tanımından da güç alıyorum. Bilir, diyor ki : “Yaşamıyla yazma süreci arasındaki hakikatli ilişki, şiirlerinin en belirgin özelliğidir.”
Gerçekten de öyleydi.
Madak; Yaşadığı kadar yazan, yazdığı kadar da yaşayan bir kadındı. İlmek ilmek işlemişti şiirlerine yaşamının her detayını.
Didem Madak, 8 Nisan 1970’de İzmir’de doğdu. Liseyi ve Üniversiteyi de İzmir’de okudu. Ardından Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakütesi’ ni kazandı. Ailesi ile yaşadığı sorunlar nedeniyle evden ayrılmak için, okurken bir evlilik yaptı. Evliliğiyle ilgili sorunlar yaşayıp okulunu bırakmak zorunda kalarak çeşitli işlerde çalışır.
Didem Madak, 6 yaşındayken, şiirlerinde bahsettiği “uzun siyah saçlı kız” Işıl, yani kız kardeşi dünyaya gelir. Fakat Didem Madak’ ın hayatının ve yazdığı şiirlerin temasını en çok etkileyen olaylardan birini 13 yaşındayken yaşar. Annesi, kanserden hayatını kaybetmiştir. Bu olayın ardından babası, ikinci evliliğini yaptı.
Öyle sanıyorum ki, 13 yaşında bir kız çocuğu için annesinin kaybı ve o kaybın ardından eve bir başka kadının yerleşmesi pek de kolay başa çıkabilinecek bir şer olmamalı. Bu nedenle de olacak ki Madak, zamanla babasıyla da arasına duvarlar örer.
Bunu, “Grapon Kağıtları” kitabında yer alan “Kedilerin Alışkanlıkları” isimli şiirin dizelerden anlayabiliyoruz:
“Kayboluşumun
beşiğini sallıyorum bu akşam
Büyüyor yavaş yavaş
Sırtında parmak izleriyle zamanın
Bir tekir kedi ile beraber
Seyrediyorum hayatı:
O meleklerin cebinden düşen anahtardı,
Son zikrin halkası
Allah’ın son hatırası
O bizim kaçırdığımız fırsattı
Uğurböcekleriyle parmak uçlarında
Küçümserdi hep ona olan aşkımı
Gözünün yaşına bakmadan şimdi ben
Kovuyorum ihtiyarı
Ardımda
kırık bir ayna
Üvey anneleri hayatımın.
Batsın diye güneşe tempo tutan o kız çocuğu…
Evden kaçışımın pembe spor ayakkabıları vardı.
Hüzün neydi sanki o zaman
Artık kullanılmayan dikiş makinesi annemden kalma.
Ölüm neydi sanki o zaman
Bir önseziden başka.
Evden kaçabilirsin artık çocuk,
ama kaderden asla!
Babam
Çıkarılmış bir adam bütün fotoğraflardan
Kader neydi sanki o zaman,
Masada açık unutulmuş
Turuncu kulaklı bir makastan başka.
Bir ağaca bakıyorum şimdi
Başladığı yerde bitiyor dünya
Alışıyor dil şimdi
Azı dişin bıraktığı boşluğa.
Bastırıldı nihayet hayatın kadife kalesinde çıkan isyan.
Söküyorum
şimdi sözleri birer birer
Kalpten kalbe giden yolu kapayan
Kalbim, anlatılmaktan usanmış,
Yıldızı sönmüş bir komedyendir artık,
Dilencinin önünde kahkahalar atıyor,
Kirli bir mendille çıkınlanmış şimdi dünya.
Hayretle bakıyorum kedinin gözlerindeki çapağa,
Geri vermiş hayata çaldığı şiirleri,
Ne zaman aşkı tersinden okusam
Anlıyorum kediler bile meğer alışmış bu yokluğa
Sallayıp duruyorum bu akşam kayboluşumun beşiğini,
Gönüllü hemşire birinci sigarasına.
Sarhoşum
kadehlerde biriken tozla
Çekil diyorum kağıda, çekil,
İçer ve zehirlenir
Ne zaman gözlerimden mürekkep damlasa.
Kalbime dokunuyorum bir kelebeğe dokunur gibi
Yetmez mi acaba bu dökülen pullar aşka?
Yoksa şu sızıyı
Sobası tüten evin şiirinde mi saklasam?
Şu sardunyanın kırmızı çiçek açışına
Yetmez mi acaba ah kör olmuş bir Türk filminde ağlasam?
Ne zaman sorsam,
Anlıyorum kediler bile meğer alışmış zamana.
Dünyayı bir
salyangozun izlerinde dolaşsam,
Elimde parlak bir harita
Hiçbir atlasta henüz yer almamış.
Ardımsıra yollara hayalimin kırıklarını bıraksam
Yeter mi bu izler beni kendime getirmeye acaba?”
(Metis Yayınları, 2014, s56)
Yaşadığı tüm kayıpların izler Didem Madak’ın şiirlerinde sık sık karşımıza çıkar.
Fakat yalnızca kayıplarını çıkmaz karşımıza “Pulbiber Mahallesi” kitabında yer alan “128 Dikişli Şiir” isimli şiirinde yani son şiirinde anneliğini de anlatır Madak.
Doğmuş olmayı ve doğuracak olan olmayı anlatır.
“İlk defa bu
kadar sağlam yazıyorum.
Haç şeklinde 128 dikişle.
Galiba ahbap artık sana ulaşacağım.
Yeteneğim
geri geldi,
göreceksin artık kutsal dizeler yazacağım.
Hiç yapmadığım şeyler yapıyorum ahbap
Maç seyrediyor ve devamlı topa bakıyorum
Telepati yapıyorum.
Hey ahbap ben arada bir fikir buluyorum.
Kuşlar için küçük şemsiyeler yapabiliriz
Böylece yağmurda ıslanmazlar
Ve içimdeki ağır sözler için de şemsiyeler
Böylece paraşütle iner gibi hafiflerler
Şiirin içine girerken
Bana bazı şarkılar lazım ahbap
hafif şarkılar, acı olmayan şarkılar
çok şarkıya ihtiyacım var
Tutam tutam saçlarımı savuracak şarkılar
Saçlarımla ne yapacağını bilemeyenler
Bir gün onları kaybederler
Böyle bir şey yani ahbap
Çok acıyor. Saçlar zaman zaman
Bana neşeli şarkılar
B harfine notalardan sütyen yapan şarkılar
Bir mutfak cadısıyım şu sıralar
Çeşitli
şeyleri çeşitli şeylere karıştırmak
Ve seni düşünmek, mırıldanmak
Bazı büyülü yemekler yapmak
Bazı şifalı yemekler yapmak
Ve kalmak istemek ahbap…
Füsunun yeşil ela gözleri var
Ve pembe
plastik fincanı ile kahve getirişi var
Ve bana anne deyişi var
Benim pembe fincandan pembe kahve içişim var
Bu kahveleri seviyorum ahbap
İçimi pembe bulutlar kaplıyor
Şekerli ve tatlı bir biçimde havalanıyorum.
Sonra ağrılar, sonra hastaneler ve sonra doktorlar…
Şeker donup yapışıp kalıyor bir kağıda
Acı bazen öyle yoğun, çok yoğun
Patlak gözlü bir kurbağa
tarifsiz
çirkin ve kel.
Edibin kurbağası yakup benimki seyfettin
Neden bilmem işte
Nereden çıktı şimdi seyfettin
Acı dindi diyorum bazen yağmur dindi der gibi
Öyle
kendiliğinden ya da tanrı istediğinden
Yüzüklerim yok takmıyorum
kolyelerim yok istemiyorum
Öyle çok şimşek çaktı gece
Ben sonu Z
harfi olarak düşündüm
Son harf olarak
Ben Zeni düşündüm ahbap.
Doğdum, doğurdum
Bir insan
nasıl büyüyor gördüm
Hayatta kalmak için
Ve hayatta kalmanın yanında
İnandım şiir bir gevezelikti
Şimdi 128 harfli bir şiir var karnımda
Satırlar artık bomboş
Karnımda hissiz bir şiir var
İçimde durmadan bölünen şiirler
Birlikte yok olacağımız şiirler
Birlikte unutulacağımız şiirler
Hiç borcu olmamış şiirler
Ve bu yüzden çok acıyan şiirler
Acı aniden diner yağmurun dindiği gibi
Bazen sadece
tanrı öyle istediğinden
Sadece bir mağarada resim çizerim belki
Rüyaların büyük harfle başladığı bir ülkede
Üstümden kaldırılmış bir ölü var
Ahbap senin istediğin o mu?”
(Metis Yayınları 2017 s110)
2011 yılında kızı Füsun henüz 3 yaşındayken kendisi de tıpkı annesi Füsun Hanım gibi, kanser hastalığı nedeniyle aramızdan ayrılır.
Ardında ise oku oku bitmeyecek, yaşam gibi şiirler bırakır.
Bu makalenin tüm hakları www.pophaber.com’a aittir.